AŞKIN SEKİZİNCİ PARÇASI
Zaman önemsiz, yirmi sekizlik şubatların tam ortası… Bir şey hatırlamak mümkün değil, henüz çok erken hafızanın oluşması. Her paragraf başı bir anı, her cümlenin sonu ise kalbi büken bir acı. İster miydim bilmiyorum, nerden bilebilirdim ki yazılmamış satırların ifade edeceği anlamları. İstemez miyim bilmiyorum, hem bir yolu bulunmadı ki geçmişin sırlarını yaşamanın. Devam ederdim…
Zaman önemli, sevdiklerim henüz başındaydı her şeyin. Ben ise yeni başlıyordum geleceğin şekillenmesinde etken olan şeylere. Kıyametin kopacağı söylenen zamanın yedi adım gerisinde ayrılmıştı büyüklerim. Tıpkı on iki yıl sonra ebediyen ayrılacakları gibi. Hayal gerçek karışmış bir biçimde hatırlıyorum. Altı ay çok yabancı bir yaşam içerisinde dolanmış durmuştum. Evet altı ay, çoğu düşlerin içerisinde olmasını istemediğim bir gerçeklikte bulunmuştum. Birçok zaman susmuş, birçok zaman durmuştum her şeye karşı. Bazen gülmüş, bazen de ağlamıştım insanlara karşı. Düşünmemiştim belki de, düşünmeyi düşlemiyordum henüz. Farkına varamamıştım belki de, farkındalık uzaklardaydı henüz. Devam ettim…
Yeniden başlıyordum sanki her şeye, yeniden başlamak gibiydi ölüm ardındaki bir şeye. On iki yıl sonrası gelmişti, o zaman söyleyemediklerim şimdi geçmişimdi. Beynimin sayısal parametreleri geride kalmış, duygularım ilk defa beni yönlendiren şeyler olmuştu. Kabullenemedim… Hiçbir zaman yediremedim ki kendime ağlamayı zaten. Şubat soğuğunda doğdum, Şubat’ın kızgınlığında öldüm. Anlayamadığım var oluşum, engelleyemediğim gözyaşlarımdı sebepsiz tutunuşum. Ve bıraktım, başkalaştırdım kendimi. Ve durdum aniden, saçmalaştırmış olsam da benliğimi. Türlü saplantılar edindim kendime, türlü kurgularda bulduğum bedenim ruhsuzca talep edilmeyen girişimlerde. Hazır değildim bazı şeyleri yaşamaya, hazır olamadım hiçbir zaman. Arkadaşlarım vardı, sevdiklerim vardı; yeni bir öğrenci yaşamı peşi sıra alışamadıklarım vardı. Belki her gün sonunda tanıdıklarım ile geçirdiğim zamanlar tutar olmuştu beni. Bu sorun yetmiyormuş gibi bir ölüm sarsmıştı bedenimi. Değişti her şey bir anda, taşındık bilmediğim bir yere. Taşındım hayatımdan girmek istemediğim labirentlere. Uzun süre toparlanamadı dağınıklığım. Öyle bir boşluktu ki iki yılımı harcadığım. Birbirinden farklıydı, birbirine tamamen uzak yıllardı. Birinde içine kapanık, dört duvarı yaşamı olarak gören biri; diğerinde kalabalığın içerisinde kaybolmuş, alkolu ve uyuşturucuyu kendine siper etmiş biri. Hayatı bırakmıştım sanki, içimde tek beslemediğim şeydi yaşam belki. Devam ettim…
Aşık olmuştum, tuhaf ki aşık olmak aklımın ucundan geçmeyen bir şeydi sanki. Reddedildim… İnanması güç bir şey olarak gelmemişti o an belki. Düşüncelerimden, seçicilikten ödün verdim; ilişki olarak görmediğim şeyleri yaşayarak güven duydum bir an kendime. Tekrar başa sardım, aşık oldum. Tuhaf ki aşık olmak aklımın ucundan geçmeyen bir şey değildi sanki. Reddedildim… İnanması güç bir şey olarak gelmişti o an belki. Ardından anlıyordum bir şeyin, bir çok şeyden değerli olduğunu. Ardından anladım ki bir şey hayatımı değiştirebiliyormuş daha önceden ölümü görmüş olduğum gibi. Daha önceden birkaç kez yazmıştım, bu dahi yeter olmuştu yazar biri olarak anılmama. İçimdeki kırgınlık ile kendimi daha çok kaptırdım yazmaya. Yazılarımı iki temel parça oluşturuyor sandım çoğu kez. Biri ölüm, diğeri ise yaşam olarak gördüğüm ulaşılmayan aşk. Yazdıklarımı iki temel şey çelişkiye itiyordu belki. Biri kurgu, diğeri ise yaşamamış olduğum düşlerin dünyamda oluşturduğu boşluğu. Geçmişimi karıştırıyorum kağıtlarda, kara kalem ile çizilmiş sayfalarda. Benim de kapalı bir kutum var anılarımı sakladığım, benim de bir çok anım var yaşanılmışlığın izlerini taşıdıkları. Her şeyim, her şeyimi oluşturan mektuplar Keçiören’i anımsadığım. Bakıyorum da mutlu oluyor gibiyim hatırlayınca. Bazı sayfalar beni üzüntüye sokuyor olsa da. Kendi ellerimle yazmış olduğum sayfalar, yere fırlatılmış bir günlüğün içerisinden koparılmış mısralar. Gözlerinde kayboldum diyerek başlıyor ve 17 Mayıs 2007 tarihi notu ile son buluyorlar. Ellerinle, ellerimle ve kalpten; umutsuz, hüzünlü ve içten… Devam ediyorum karanlığımdaki ışığı bulmamı istedikleri şekilde!
Çok geçmeden buldum yedi gül parçasının içerisinde. Çok geçmemişti ki kaybettim tek bir gül parçası olamadan elimde. Sevgili günlük diyerek başladı, ve bitti… On yedi yıllık hayatlar dahi on sekiz olabiliyordu altı gün düşünme ile. On sekiz yıllık yaşamlar ise son verebiliyordu bir şeylere bir saat düşünerek ile. Çok fazla atıp tutuyormuşum yeni anlıyorum. Biraz da yoğunlaşınca düşüncelerimde on üçten fazla değilmiş yaşadıklarım gerçeğimde. Üçü gerçek, biri hayal. Buymuş demek hayatım on dokuz yılın eşiğinde. Sitemlerim istem dışı olmamıştı hiçbir zaman, istemek dışında bir şeydi düşlerim olmasını beklemediğim her an. Rafa kaldırıyorum tekrardan tozlanmaları için anıları, bir kendimi kaldıramamıştım ki hayatlarından insanların. Hayatımdan insanları… Devam ettim.
Bu şarkı etkiliyor beni, hüznü sanki içerisinde barındırıyor. Bir çok şarkı tetikliyor bedenimdekileri, ruhu sanki içerisinde hapsediyor. Uzun gecelerin sessizliği fısıldarken kulağıma gerçeği, hayal kendini avutuyor sessizliğin içerisindeki boşlukta dileklerini. Bir son bulamamış olsam da yaşantıma, yaşam benim için bir son hazırlamakta görüyor sanki kendini. Nokta ile virgül kaybediyor kendini ünlemlerde. Sorularım işaretsiz kalıyor belirtemediğim sözcüklerde serzenişi. Bu son olsun diyerek bir kez daha yazdım geçmişi, bir kez daha örtbas etmeye çalışmadığım cümlelerdi anlatmaya çalıştığım devrikliğimi. Anlamı yok, devam edeceğim. Kaybım kendime, kaygım değil ki kaybı olsa birinin kendine. Sebebim hiçliğe, nedenim olmayacaktı zaten hiçbir zaman hiçlik sevgiyse. Ve düşlerim kendime, şimdi götürebilir miydin ki beni başka bir güne? Çok geçmeden yakacağım geçmişe dair ne varsa, çok geçmemiş olmalı ki geçmiş yandığında beni de yakacak olsa da. İstedikleri buysa, sorular cümlelerinde bir vurgu ile yansıtılıyorsa. Ben yaşadım… Zaman tekti; düşlerimde ilerliyor olsam da zaman tekti, geçmişe dönüyor olsam da zaman tekti, nokta ardında virgüle sığınıyor olsam da zaman tekti. Devam edeceğim, ışık olmasa da…
20.37-21.34… Ağustos 19
http://www.nozofobi.com
28 Mayıs 2009 Perşembe
Cengiz Çandar Fethullah Gülen`le `Hicret`te `Hasret` giderdi...
Fethullah Gülen`le `Hicret`te `Hasret` giderme... Cengiz Çandar-BUGÜN Amerika`nın neredeyse orta yeri diyebileceğimiz `rüzgarlı şehir` Chicago`da iki gün geçirdikten sonra, kendimizi, güneyde Teksas`ta, Houston`da bulmuştuk. Michigan Gölü`nün rüzgar estiğinde kesen soğuğundan, Meksika Körfezi`nin dibine, tropikal rutubet ve sıcaklığa geçmiştik... Amerika`dan Avustralya`ya, İngiltere`den Kanada`ya, dünyanın ileri gelen ilahiyat, tasavvuf ve felsefe uzmanları ve `İslamolog`larının `Fethullah Gülen Hareketi` (ve tabii Fethullah Gülen`in kendisi ve dünyanın her yerine yayılmış ve dünyada pek eşi bulunmayan okullar tecrübesi) üzerindeki tebliğlerini dinledik, tartışmalara katıldık. Geniş Amerikan coğrafyasındaki zamanımız, genellikle, kapalı mekanlarda geçti.
Şimdi, Amerika`nın bambaşka bir köşesindeyiz. Kuzeybatı`da. Hoş sonbahar günleri. Sonbahar, Amerika`nın bu köşesinde, özellikle güzellikler saçar. New York`a iki-iki buçuk; Philadelphia`ya bir buçuk saat uzaklıkta. Pennsylvania eyaletinde bir orman kampının içindeyiz. Fethullah Gülen burada. Fethullah Gülen ile birlikteyiz... 104 dönümlük, 10 binayı içeren bir arazinin ortasında, `merkez bina`da nihayet `hasret` giderecektik. Akşam yemeğini beraber yiyecektik. `Hasret` giderecektik sözü öylesine, gelişigüzel sarfedilmiş bir cümle değil. Bir hesapladım, Fethullah Gülen ile en son 1998`de görüşmüş olmalıyız. Dile kolay 7 yıl geçmiş, belki de 7,5 yıl. Bana sanki hiç değişmemiş gibi geldi. Kendisine de söyledim, yüzüne bakınca gayet sağlıklı görünüyordu. Oysa, 7-7,5 yılın acımasız yıpratma ve yıpranma hükmünün, hepimizde izlerini bırakmış olduğu kesin. Bu yılların bendeki farkını, 7 yıl önceki fotoğraflarımdan biliyorum. Fethullah Hoca`nın ya da alışmış olduğumuz hitap tarzımızla `Hocaefendi`nin, aradan geçen bu 7-7,5 yıl zarfında nasıl sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu, Amerika`nın bu güzel doğa köşesinin, onun için aslında nasıl bir `çilehane` olarak yaşandığını biliyoruz. Fethullah Gülen`le bunca zaman sonra bir araya gelmiş, onu görmüş olmaktan olağanüstü mutlu olduğumu dışa vurmadım. İçimde yaşadım. Yazıyla bu `kayıt`ı `düşmüş` oluyorum. Bizi, birbirimizi görmekten men eden bir ortam oluşturan, `28 Şubat süreci` idi. Ona yönelik `karakter katli` kampanyaları, televizyonlarda birdenbire tedavüle sokulan, gerçekliği kuşkulu `provokasyon kasetleri`, Gülen`i ülkesini terk etmeye zorlamıştı.
Bunca zaman sonra bir araya gelmemizden çok mutlu oldum. Sanki, içimizden `28 Şubat sürecine paydos` diye avazımız çıktığı kadar bağırmışız gibi hissettiğim için de... Akşam yemeğinden sonra yukarı salona çıktık. Çaylar eşliğinde sohbet. `Eski günlerdeki` gibiydi. Türkiye`de arada bir öyle yapmaz mıydık? Gecenin geç bir saatinde, 104 dönümlük orman arazisi içindeki evlerden birinde bu yazıyı yazmak amacıyla odama çekilip, dizüstü bilgisayarımı kucağıma aldığımda, bazılarının `1000 yıl devam edeceği`ni ileri sürdüğü `28 Şubat dönemi`nin adeta bir `ışık hızıyla` geçip, geride kaldığını aklımdan geçiriyorum. `Örtülü faşizm günleri`... Fethullah Gülen`le görüşemediğimiz günler. Fethullah Gülen`in Türkiye`yi terk etmek zorunda bırakıldığı, tansiyonunun 22`lere fırladığı o günler. Bugünün başbakanı Tayyip Erdoğan`ın hapsi boyladığı günler. Tayyip Erdoğan, Trakya`da üç aylığına gönderildiği `Yusuf yuvası`ndan çıkıp, Ankara`da `Başbakanlık konutu`na yerleşebildiğine göre, Fethullah Gülen ile Pennsylvania`da buluşmamızın, ona konuk olmanın zamanı geldi, hatta geçti demektir. Ama, bir yandan da, Fethullah Gülen`in Türkiye`de yaşayabileceği şartlarda hala bulunamıyor olması, bu `gurbette` ve böylesine bir `hicret`te kalmaya devam etmesi de hüzün verici. `28 Şubat`tan aslında tümüyle `çıkamadığımız`ın bir göstergesi. `28 Şubat`ın tutuklusu` bugün Başbakan olsa da bu böyle. Örneğin, `28 Şubat lanetlileri` nden biri olan benim, `itibarımın` gereği gibi `iade edilmediği`nin farkındayım. Hem, asıl, `28 Şubat`ın zoraki sürgünü`nün de, sürgünü bitmedi. Pennsylvania`da sürüyor. O bakımdan, Fethullah Hocaefendi ile bu `buluşmamız` bana şu an pek `dramatik` geldi... Amerika`da, 104 dönümlük bir orman kampında yaşıyor olduğuna bakmayın; bunca yılı, `merkez bina`daki küçük bir odasında geçirmiş o. Burası aslında onun `çilehane`si. `Gücü`, bir `tasavvuf ehli` olmasından geliyor olmalı. Fethullah Hoca, bir yandan olağanüstü basit ve sade bir insan. Ama, aynı zamanda da aynı olağanüstülükte karmaşık bir iç dünyası var. İnsan, dünyanın nice otoritesinin onun hakkında sayfalar dolu araştırma yapma gereğini niçin duyduğunu Chicago ve Houston`da dinledikten sonra, kendisiyle Pennsylvania`nın bir beldesinde yüz yüze görüşünce daha da iyi anlıyor. Unutmayın, bu basit, sade, utangaç insan, St. Petersburg`dan Yemen`e, Japonya`dan Endonezya`ya, Makedonya`dan Avustralya`ya Türkiye`nin ve Müslüman kimliğin yüz akı 700 okulun, bunların arkasındaki binlerce `meçhul asker`in emeğinin ilham kaynağı. Türkiye`nin dünya çapındaki en etkili, en saygın değerlerinden biri...
Şimdi, Amerika`nın bambaşka bir köşesindeyiz. Kuzeybatı`da. Hoş sonbahar günleri. Sonbahar, Amerika`nın bu köşesinde, özellikle güzellikler saçar. New York`a iki-iki buçuk; Philadelphia`ya bir buçuk saat uzaklıkta. Pennsylvania eyaletinde bir orman kampının içindeyiz. Fethullah Gülen burada. Fethullah Gülen ile birlikteyiz... 104 dönümlük, 10 binayı içeren bir arazinin ortasında, `merkez bina`da nihayet `hasret` giderecektik. Akşam yemeğini beraber yiyecektik. `Hasret` giderecektik sözü öylesine, gelişigüzel sarfedilmiş bir cümle değil. Bir hesapladım, Fethullah Gülen ile en son 1998`de görüşmüş olmalıyız. Dile kolay 7 yıl geçmiş, belki de 7,5 yıl. Bana sanki hiç değişmemiş gibi geldi. Kendisine de söyledim, yüzüne bakınca gayet sağlıklı görünüyordu. Oysa, 7-7,5 yılın acımasız yıpratma ve yıpranma hükmünün, hepimizde izlerini bırakmış olduğu kesin. Bu yılların bendeki farkını, 7 yıl önceki fotoğraflarımdan biliyorum. Fethullah Hoca`nın ya da alışmış olduğumuz hitap tarzımızla `Hocaefendi`nin, aradan geçen bu 7-7,5 yıl zarfında nasıl sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu, Amerika`nın bu güzel doğa köşesinin, onun için aslında nasıl bir `çilehane` olarak yaşandığını biliyoruz. Fethullah Gülen`le bunca zaman sonra bir araya gelmiş, onu görmüş olmaktan olağanüstü mutlu olduğumu dışa vurmadım. İçimde yaşadım. Yazıyla bu `kayıt`ı `düşmüş` oluyorum. Bizi, birbirimizi görmekten men eden bir ortam oluşturan, `28 Şubat süreci` idi. Ona yönelik `karakter katli` kampanyaları, televizyonlarda birdenbire tedavüle sokulan, gerçekliği kuşkulu `provokasyon kasetleri`, Gülen`i ülkesini terk etmeye zorlamıştı.
Bunca zaman sonra bir araya gelmemizden çok mutlu oldum. Sanki, içimizden `28 Şubat sürecine paydos` diye avazımız çıktığı kadar bağırmışız gibi hissettiğim için de... Akşam yemeğinden sonra yukarı salona çıktık. Çaylar eşliğinde sohbet. `Eski günlerdeki` gibiydi. Türkiye`de arada bir öyle yapmaz mıydık? Gecenin geç bir saatinde, 104 dönümlük orman arazisi içindeki evlerden birinde bu yazıyı yazmak amacıyla odama çekilip, dizüstü bilgisayarımı kucağıma aldığımda, bazılarının `1000 yıl devam edeceği`ni ileri sürdüğü `28 Şubat dönemi`nin adeta bir `ışık hızıyla` geçip, geride kaldığını aklımdan geçiriyorum. `Örtülü faşizm günleri`... Fethullah Gülen`le görüşemediğimiz günler. Fethullah Gülen`in Türkiye`yi terk etmek zorunda bırakıldığı, tansiyonunun 22`lere fırladığı o günler. Bugünün başbakanı Tayyip Erdoğan`ın hapsi boyladığı günler. Tayyip Erdoğan, Trakya`da üç aylığına gönderildiği `Yusuf yuvası`ndan çıkıp, Ankara`da `Başbakanlık konutu`na yerleşebildiğine göre, Fethullah Gülen ile Pennsylvania`da buluşmamızın, ona konuk olmanın zamanı geldi, hatta geçti demektir. Ama, bir yandan da, Fethullah Gülen`in Türkiye`de yaşayabileceği şartlarda hala bulunamıyor olması, bu `gurbette` ve böylesine bir `hicret`te kalmaya devam etmesi de hüzün verici. `28 Şubat`tan aslında tümüyle `çıkamadığımız`ın bir göstergesi. `28 Şubat`ın tutuklusu` bugün Başbakan olsa da bu böyle. Örneğin, `28 Şubat lanetlileri` nden biri olan benim, `itibarımın` gereği gibi `iade edilmediği`nin farkındayım. Hem, asıl, `28 Şubat`ın zoraki sürgünü`nün de, sürgünü bitmedi. Pennsylvania`da sürüyor. O bakımdan, Fethullah Hocaefendi ile bu `buluşmamız` bana şu an pek `dramatik` geldi... Amerika`da, 104 dönümlük bir orman kampında yaşıyor olduğuna bakmayın; bunca yılı, `merkez bina`daki küçük bir odasında geçirmiş o. Burası aslında onun `çilehane`si. `Gücü`, bir `tasavvuf ehli` olmasından geliyor olmalı. Fethullah Hoca, bir yandan olağanüstü basit ve sade bir insan. Ama, aynı zamanda da aynı olağanüstülükte karmaşık bir iç dünyası var. İnsan, dünyanın nice otoritesinin onun hakkında sayfalar dolu araştırma yapma gereğini niçin duyduğunu Chicago ve Houston`da dinledikten sonra, kendisiyle Pennsylvania`nın bir beldesinde yüz yüze görüşünce daha da iyi anlıyor. Unutmayın, bu basit, sade, utangaç insan, St. Petersburg`dan Yemen`e, Japonya`dan Endonezya`ya, Makedonya`dan Avustralya`ya Türkiye`nin ve Müslüman kimliğin yüz akı 700 okulun, bunların arkasındaki binlerce `meçhul asker`in emeğinin ilham kaynağı. Türkiye`nin dünya çapındaki en etkili, en saygın değerlerinden biri...
Fetullah Gülen Yoksa Müslüman Değil Mi?
AZERBAYCAN İLAHİYATÇILAR BİRLİĞİ BAŞKANI AKİL ALESKER:“Fethullah Gülen Müslüman değil!”
“Dini camianın içinde olan bir insan olarak Fethullah Gülen’i çok yakından izledim. Ermenilerin olduğu gibi bunların da arkasında ADL var. Fethullah Gülen’in okullarının mezunları Türk dilini o kadar iyi bilmiyor, İngilizce’yi biliyor. Fethullah Gülen Türk devletinin bazı yetkililerinin eliyle Azerbaycan’a giriyor.”
Peki Akil Alesker kimdir ? Azerbaycan İlahiyatçılar Birliği başkanı.Yani bu konuda en uzman kişi.Şimdi biraz daha konuyu irdeleyelim.Hatırlayacksınız daha önceki yazımda Fetullah'ın Papa'ya yazdığı mektuba değinmiştim.Şimdi de size başka bir kanıt sunacağım.
http://www.youtube.com/watch?v=yPUVfxzIFNI
(Giremeyenler http://www.ktunnel.com a girip yukarıdaki linki paste edebilirler. ) Fetullah efendi ne hikmetse Papa'nın elini öpüyor.Papa kim ? Katolik Hristiyanlığın Halifesi.Size Bir hatırlatmaya çalışayım.Bir Müslüman bir Hristiyanla dost olamaz.İşte buna göre bi tuhaflık var.Müslümanlık vaazları veren bir tarikat lideri Papa'nın elini öpüyor.Çift çelişkili bir sistem gibi oldu değil mi ? Neyse şimdide eski-solcu - yeni Neo-Liberal ateist Cengiz Çandar ve Fetullah Efendiye Dönelim.
Şimdi, Amerika`nın bambaşka bir köşesindeyiz. Kuzeybatı`da. Hoş sonbahar günleri. Sonbahar, Amerika`nın bu köşesinde, özellikle güzellikler saçar. New York`a iki-iki buçuk; Philadelphia`ya bir buçuk saat uzaklıkta. Pennsylvania eyaletinde bir orman kampının içindeyiz. Fethullah Gülen burada. Fethullah Gülen ile birlikteyiz... 104 dönümlük, 10 binayı içeren bir arazinin ortasında, `merkez bina`da nihayet `hasret` giderecektik. Akşam yemeğini beraber yiyecektik. `Hasret` giderecektik sözü öylesine, gelişigüzel sarfedilmiş bir cümle değil. Bir hesapladım, Fethullah Gülen ile en son 1998`de görüşmüş olmalıyız. Dile kolay 7 yıl geçmiş, belki de 7,5 yıl. Bana sanki hiç değişmemiş gibi geldi. Kendisine de söyledim, yüzüne bakınca gayet sağlıklı görünüyordu. Oysa, 7-7,5 yılın acımasız yıpratma ve yıpranma hükmünün, hepimizde izlerini bırakmış olduğu kesin. Bu yılların bendeki farkını, 7 yıl önceki fotoğraflarımdan biliyorum. Fethullah Hoca`nın ya da alışmış olduğumuz hitap tarzımızla `Hocaefendi`nin, aradan geçen bu 7-7,5 yıl zarfında nasıl sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu, Amerika`nın bu güzel doğa köşesinin, onun için aslında nasıl bir `çilehane` olarak yaşandığını biliyoruz.
Bu yazı Cengiz Çandar'ın kaleminden ( http://www.tumgazeteler.com/?a=1155594 ).Peki Çandar'ın bilmediğimiz meziyetleri nelerdir? Ben söyleyeyim Ameriakan Ajan(uşak)lığı.Şimdi diyebilirsiniz komplo teorisi diye.Bunu ben söylemiyorum.Bir zamanlar beraber program yaptığı Emre Kongar söylüyor.Hemde canlı yayında yüzüne karşı.Şimdi burada biraz düşünceler devreye giriyor değil mi? Hatırlarsanız Bundan bi kaç yıl önce S.Yüksel Cebeci Fetullah ile ilgili ele aldığı yazıların birinde belgeleriyle beraber ajan olduğunu söylemişti ve bunun üzerine binlerce ölüm tehdidi almıştı.Olaya birde bu açıdan bakınca buna iki dostun buluşması değil iki ajanın buluşması gibi gibi görünüyor.Fetullah da Amerikancılığı savunuyor Özal'ın Danışmanı Neo-Liberal Cengiz Çandar'da tesadüf olsa gerek!
“Dini camianın içinde olan bir insan olarak Fethullah Gülen’i çok yakından izledim. Ermenilerin olduğu gibi bunların da arkasında ADL var. Fethullah Gülen’in okullarının mezunları Türk dilini o kadar iyi bilmiyor, İngilizce’yi biliyor. Fethullah Gülen Türk devletinin bazı yetkililerinin eliyle Azerbaycan’a giriyor.”
Peki Akil Alesker kimdir ? Azerbaycan İlahiyatçılar Birliği başkanı.Yani bu konuda en uzman kişi.Şimdi biraz daha konuyu irdeleyelim.Hatırlayacksınız daha önceki yazımda Fetullah'ın Papa'ya yazdığı mektuba değinmiştim.Şimdi de size başka bir kanıt sunacağım.
http://www.youtube.com/watch?v=yPUVfxzIFNI
(Giremeyenler http://www.ktunnel.com a girip yukarıdaki linki paste edebilirler. ) Fetullah efendi ne hikmetse Papa'nın elini öpüyor.Papa kim ? Katolik Hristiyanlığın Halifesi.Size Bir hatırlatmaya çalışayım.Bir Müslüman bir Hristiyanla dost olamaz.İşte buna göre bi tuhaflık var.Müslümanlık vaazları veren bir tarikat lideri Papa'nın elini öpüyor.Çift çelişkili bir sistem gibi oldu değil mi ? Neyse şimdide eski-solcu - yeni Neo-Liberal ateist Cengiz Çandar ve Fetullah Efendiye Dönelim.
Şimdi, Amerika`nın bambaşka bir köşesindeyiz. Kuzeybatı`da. Hoş sonbahar günleri. Sonbahar, Amerika`nın bu köşesinde, özellikle güzellikler saçar. New York`a iki-iki buçuk; Philadelphia`ya bir buçuk saat uzaklıkta. Pennsylvania eyaletinde bir orman kampının içindeyiz. Fethullah Gülen burada. Fethullah Gülen ile birlikteyiz... 104 dönümlük, 10 binayı içeren bir arazinin ortasında, `merkez bina`da nihayet `hasret` giderecektik. Akşam yemeğini beraber yiyecektik. `Hasret` giderecektik sözü öylesine, gelişigüzel sarfedilmiş bir cümle değil. Bir hesapladım, Fethullah Gülen ile en son 1998`de görüşmüş olmalıyız. Dile kolay 7 yıl geçmiş, belki de 7,5 yıl. Bana sanki hiç değişmemiş gibi geldi. Kendisine de söyledim, yüzüne bakınca gayet sağlıklı görünüyordu. Oysa, 7-7,5 yılın acımasız yıpratma ve yıpranma hükmünün, hepimizde izlerini bırakmış olduğu kesin. Bu yılların bendeki farkını, 7 yıl önceki fotoğraflarımdan biliyorum. Fethullah Hoca`nın ya da alışmış olduğumuz hitap tarzımızla `Hocaefendi`nin, aradan geçen bu 7-7,5 yıl zarfında nasıl sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu, Amerika`nın bu güzel doğa köşesinin, onun için aslında nasıl bir `çilehane` olarak yaşandığını biliyoruz.
Bu yazı Cengiz Çandar'ın kaleminden ( http://www.tumgazeteler.com/?a=1155594 ).Peki Çandar'ın bilmediğimiz meziyetleri nelerdir? Ben söyleyeyim Ameriakan Ajan(uşak)lığı.Şimdi diyebilirsiniz komplo teorisi diye.Bunu ben söylemiyorum.Bir zamanlar beraber program yaptığı Emre Kongar söylüyor.Hemde canlı yayında yüzüne karşı.Şimdi burada biraz düşünceler devreye giriyor değil mi? Hatırlarsanız Bundan bi kaç yıl önce S.Yüksel Cebeci Fetullah ile ilgili ele aldığı yazıların birinde belgeleriyle beraber ajan olduğunu söylemişti ve bunun üzerine binlerce ölüm tehdidi almıştı.Olaya birde bu açıdan bakınca buna iki dostun buluşması değil iki ajanın buluşması gibi gibi görünüyor.Fetullah da Amerikancılığı savunuyor Özal'ın Danışmanı Neo-Liberal Cengiz Çandar'da tesadüf olsa gerek!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)