1 Kasım 2009 Pazar

Gidecek Yerim Yok

SABAH sabah bizim Uğur Ergan aradı, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği ile konuşmuş.Uğur "Abi Başbakan’ın ’çek git’ ikazı üzerine BM Mülteci Yüksek Komiserliği ile görüştüm. Türkiye’den kovulma haberini gösterirsen seni mülteci kabul edecekler. Ama bir de işkence-mişkence gibi, darp izi var mı diye soruyorlar..." dedi.Uğur’a "var" dedim.*Aslında gidecek yerim yok.Ben başka hiçbir ülkeyi sevmedim.Bu yurdun taşını, toprağını, sulaklarını, denizlerini, ırmaklarını, yaylalarını, kedilerini, kirpilerini sevdim, tanıksınız.Bir dal kesildiğinde yanarım..Ama orman alanını kaçak ev yapan, bana "Bu ülkeden çek git" diyor. Bir yeşil alan yok edildiğinde çığlık attım, canım yandı, ormandaki bir vaşak öldürüldüğünde oturup ağladım.Ama ormanları "2-B arazisi" diye satmak isteyen Başbakan bana ve benim gibi düşünenlere "Çekin gidin" diyebiliyor.*Ben bu ülkeyi severim.Amerika’da okuyan kızlarım yok.Oğluma Washington’da iş vermediler. Kimse benim için yabancılara gidip "Delikten aşağı süpüreceğinize kullanın" da demedi, dedirtmedim.*Ben bu ülkeyi severim.Devrek 125’inci alayda askerliğimi yaptım.Nöbet tuttum.Mataramı parlattım, potinlerimi kaybettim.Askerlikten kaytarmak için rapor-mapor almadım.*Ama Başbakan "Çek git" diyor.Gidemem.Doğrusunu isterseniz bu toplumun göz göre göre dinimizi siyasete alet edenlerin peşine takılması, boşa giden yazılarım, o yalnız kalma duygusu... Bunların tümü canımı yaktı ve sevgili Uğur’a "Darp izi yok da, yürek yarası olur mu?" diye sordum.Olsa da, olmasa da... Benim gidecek başka bir yerim yok...

Bekir COŞKUN

23 Ağustos 2009 Pazar

Şehidim aslanım boşuna mı öldün...

Selam mehmetçik...
Tam yirmibeş yıl olmuş sen bu vatan için şehit düşeli...
Adını bilmiyorum ama “adsız kahraman” olduğundan değil, çünkü gerçekten adın kayıtlı değil...
25 yıl öncesinin gazetelerine baktım, o hain saldırıda bu vatanı koruyan ve korurken şehit düşenlerin adını aradım, bulamadım.
Sonra şehit düştüğün ordunun internet sitesine baktım, orada da adın yazmıyor.
Sadece senin değil, hiçbir şehidimizin adı yok...
Şehidin adı değil ş’si bile yok...
Aradım, taradım, bulamadım...
Anlaşılan uğruna şehit olduğun devlet de, ordu da seni hafızasından silmiş..
...
Senin adını nerede buldum biliyor musun?
İller İdaresi Genel Müdürlüğü’ne ait “Şehitlerimiz ve Gazilerimiz” internet sitesinde...
Anlayacağın İller İdaresi’nin şehidisin sen...
Bundan tam 25 yıl önce 15 Ağustos günü ölen iki şehidimizin ismi var sitede..
Biri Erzincanlı Süleyman Aydın; Eruh’ta şehit düşmüş.
Diğeri Aksaraylı Memiş Arıbaş; Şemdinli’de şehit düşmüş...
İkinizin de fotoğrafı yok, yerine birer gül konmuş...
Sahi hanginizsiniz düşmana ilk kurşunu atan?
Hanginizsiniz ilk vurulan?
...
Evet mehmetçik bugün şehit düştüğün o kanlı baskının yirmibeşinci yıldönümü.
Seni şehit eden teröristlerin yakınları bu günü “festival” olarak kutluyorlar Eruh’ta ve Şemdinli’de...
Seni şehit eden terör örgütünün sözde bayrakları ile sokaklarda halay çekip, zılgıt çekecekler...
İzinsiz değil ama!
Artık sokaklar onlara serbest.
Her şey onlara serbest.
Seni nasıl öldürdüklerini kutlayacak teröristler ve
yandaşları bugün.
Göbek atacak, halay çekecekler.
Cinayetlerinin yıldönümünü kutlayacak katiller.
Ama...
...Ama...
Zavallı ülkemde senin ne adını bilen var ne de mezarını bulup bir fatiha okuyacak insan...
...
Sen ilk şehidimizsin ama seni takip eden üç bin asker şehidimiz var.
Dile kolay üç bin Türk askeri.
Polislerimizi...
Öğretmenlerimizi...
Hemşirelerimizi...
Diğer memurlarımızı da ekleyince dört bin oluyor şehit sayımız...
Sahi ne için öldün sen ey adsız şehit?
Bugünü görmemek için mi...
Devletinin PKK ile masaya oturduğunu görmemek...
Bu suça ortak olmamak...
Bu acıya ortak olmamak için mi?..
...
Keşke biz de ölseydik de görmeseydik bu günleri
aslında biliyor musun?
Sen şehit olarak bir gün öldün.
Biz ülkemizin bölündüğünü görerek...
Hiçbir şey yapamayarak...
Etimizden her gün bir parçayı...
Ruhumuzdan bin parçayı...
Onurumuzdan kaç bin parçayı bırakarak yaşıyoruz...
Toprağın altına giremeyenler olarak yerin dibine
giriyoruz anlayacağın...
...
Biliyor musun peki adsız şehit, devleti idare edenler için sen artık sadece taraflardan birisin?
Onlar için şehit de bir, ölen terörist de...
Diyorlar ki bir şehit anası ile ölen bir teröristin anası birdir, ikisi de aynı acıyı çeker...
Anana bu kahpelik rolünü vermeye kalkanları görmedin iyi ki adsız şehit...
Senin ölmen yetmiyormuş gibi, bir de seni o teröristlerle bir tutuyorlar.
Utanmadan evlat acısından söz ediyorlar...
Söyle ey adsız şehit; hangisinin çocuğuyla birliktesin şimdi cennette?!
Söyle hangi politikacının, bürokratın, sözde aydının çocuğu yanında?!
Hiçbirini göremiyorsun değil mi...
Göremezsin çünkü onların çocukları değil şehit olan.
Evlat acısını bilmezler.
Onlar teröristin acısını hissediyorlar.
Şehidi değil teröristi evlat bellemişler.
Dolayısıyla senin ananla değil teröristin anasıyla görüşüyorlar.
Görüşüyorlar, gülüşüyorlar ve numaradan
ağlaşıyorlar...
...
Seni öldürme emrini veren teröristlerin başı Apo şu an hapiste...
Tüm devlet artık onun sözünü bekliyor...
Evet Apo’yu bekliyorlar.
Onun ne kadar önemli olduğundan, onunla anlaşmak gerektiğinden söz ediyorlar.
Senin katilinle barışmaktan söz ediyorlar.
Acıları söndürmekten...
...
Ama senin acını bilen yok ki şehit...
Senin acını umursayan yok ki şehit...
Sen cenaze törenlerinde hatırlanan, sonra unutulansın ey şehit...
Her bayramda, her kandilde, doğum gününde, ölüm gününde kim geliyor mezarının başına ey şehit?
Zavallı anandan, babandan, kardeşinden, eşinden, çocuğundan başkasını gördün mü başında sana dua ederken?
...
Ve onlar teröristlerle pazarlık ederlerken yeni yeni şehitler veriyoruz bir taraftan.
Son şehit Yusuf Tiryakioğlu.
Ordulu bir mehmetçik..
Onun da fotoğrafı yok.
8 Ağustos’ta şehit düşmüş.
Yani bir hafta önce...
Yani “açılım” yaparken bizimkiler, teröristler boş
durmuyor...
...
Evet adsız şehit...
Adsız kahraman...
Mehmetçik...
Sen öldün vatan bölünmesin diye...
Bu ülke de sana söz verdi kanın yerde kalmayacak diye...
Sen sözünü tuttun, sözün için canını verdin...
Ama kanın hâlâ yerde...
Evet şehidim aslanım boşuna mı öldün...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Aşkın Sekizinci Parçası

AŞKIN SEKİZİNCİ PARÇASI
Zaman önemsiz, yirmi sekizlik şubatların tam ortası… Bir şey hatırlamak mümkün değil, henüz çok erken hafızanın oluşması. Her paragraf başı bir anı, her cümlenin sonu ise kalbi büken bir acı. İster miydim bilmiyorum, nerden bilebilirdim ki yazılmamış satırların ifade edeceği anlamları. İstemez miyim bilmiyorum, hem bir yolu bulunmadı ki geçmişin sırlarını yaşamanın. Devam ederdim…
Zaman önemli, sevdiklerim henüz başındaydı her şeyin. Ben ise yeni başlıyordum geleceğin şekillenmesinde etken olan şeylere. Kıyametin kopacağı söylenen zamanın yedi adım gerisinde ayrılmıştı büyüklerim. Tıpkı on iki yıl sonra ebediyen ayrılacakları gibi. Hayal gerçek karışmış bir biçimde hatırlıyorum. Altı ay çok yabancı bir yaşam içerisinde dolanmış durmuştum. Evet altı ay, çoğu düşlerin içerisinde olmasını istemediğim bir gerçeklikte bulunmuştum. Birçok zaman susmuş, birçok zaman durmuştum her şeye karşı. Bazen gülmüş, bazen de ağlamıştım insanlara karşı. Düşünmemiştim belki de, düşünmeyi düşlemiyordum henüz. Farkına varamamıştım belki de, farkındalık uzaklardaydı henüz. Devam ettim…
Yeniden başlıyordum sanki her şeye, yeniden başlamak gibiydi ölüm ardındaki bir şeye. On iki yıl sonrası gelmişti, o zaman söyleyemediklerim şimdi geçmişimdi. Beynimin sayısal parametreleri geride kalmış, duygularım ilk defa beni yönlendiren şeyler olmuştu. Kabullenemedim… Hiçbir zaman yediremedim ki kendime ağlamayı zaten. Şubat soğuğunda doğdum, Şubat’ın kızgınlığında öldüm. Anlayamadığım var oluşum, engelleyemediğim gözyaşlarımdı sebepsiz tutunuşum. Ve bıraktım, başkalaştırdım kendimi. Ve durdum aniden, saçmalaştırmış olsam da benliğimi. Türlü saplantılar edindim kendime, türlü kurgularda bulduğum bedenim ruhsuzca talep edilmeyen girişimlerde. Hazır değildim bazı şeyleri yaşamaya, hazır olamadım hiçbir zaman. Arkadaşlarım vardı, sevdiklerim vardı; yeni bir öğrenci yaşamı peşi sıra alışamadıklarım vardı. Belki her gün sonunda tanıdıklarım ile geçirdiğim zamanlar tutar olmuştu beni. Bu sorun yetmiyormuş gibi bir ölüm sarsmıştı bedenimi. Değişti her şey bir anda, taşındık bilmediğim bir yere. Taşındım hayatımdan girmek istemediğim labirentlere. Uzun süre toparlanamadı dağınıklığım. Öyle bir boşluktu ki iki yılımı harcadığım. Birbirinden farklıydı, birbirine tamamen uzak yıllardı. Birinde içine kapanık, dört duvarı yaşamı olarak gören biri; diğerinde kalabalığın içerisinde kaybolmuş, alkolu ve uyuşturucuyu kendine siper etmiş biri. Hayatı bırakmıştım sanki, içimde tek beslemediğim şeydi yaşam belki. Devam ettim…
Aşık olmuştum, tuhaf ki aşık olmak aklımın ucundan geçmeyen bir şeydi sanki. Reddedildim… İnanması güç bir şey olarak gelmemişti o an belki. Düşüncelerimden, seçicilikten ödün verdim; ilişki olarak görmediğim şeyleri yaşayarak güven duydum bir an kendime. Tekrar başa sardım, aşık oldum. Tuhaf ki aşık olmak aklımın ucundan geçmeyen bir şey değildi sanki. Reddedildim… İnanması güç bir şey olarak gelmişti o an belki. Ardından anlıyordum bir şeyin, bir çok şeyden değerli olduğunu. Ardından anladım ki bir şey hayatımı değiştirebiliyormuş daha önceden ölümü görmüş olduğum gibi. Daha önceden birkaç kez yazmıştım, bu dahi yeter olmuştu yazar biri olarak anılmama. İçimdeki kırgınlık ile kendimi daha çok kaptırdım yazmaya. Yazılarımı iki temel parça oluşturuyor sandım çoğu kez. Biri ölüm, diğeri ise yaşam olarak gördüğüm ulaşılmayan aşk. Yazdıklarımı iki temel şey çelişkiye itiyordu belki. Biri kurgu, diğeri ise yaşamamış olduğum düşlerin dünyamda oluşturduğu boşluğu. Geçmişimi karıştırıyorum kağıtlarda, kara kalem ile çizilmiş sayfalarda. Benim de kapalı bir kutum var anılarımı sakladığım, benim de bir çok anım var yaşanılmışlığın izlerini taşıdıkları. Her şeyim, her şeyimi oluşturan mektuplar Keçiören’i anımsadığım. Bakıyorum da mutlu oluyor gibiyim hatırlayınca. Bazı sayfalar beni üzüntüye sokuyor olsa da. Kendi ellerimle yazmış olduğum sayfalar, yere fırlatılmış bir günlüğün içerisinden koparılmış mısralar. Gözlerinde kayboldum diyerek başlıyor ve 17 Mayıs 2007 tarihi notu ile son buluyorlar. Ellerinle, ellerimle ve kalpten; umutsuz, hüzünlü ve içten… Devam ediyorum karanlığımdaki ışığı bulmamı istedikleri şekilde!
Çok geçmeden buldum yedi gül parçasının içerisinde. Çok geçmemişti ki kaybettim tek bir gül parçası olamadan elimde. Sevgili günlük diyerek başladı, ve bitti… On yedi yıllık hayatlar dahi on sekiz olabiliyordu altı gün düşünme ile. On sekiz yıllık yaşamlar ise son verebiliyordu bir şeylere bir saat düşünerek ile. Çok fazla atıp tutuyormuşum yeni anlıyorum. Biraz da yoğunlaşınca düşüncelerimde on üçten fazla değilmiş yaşadıklarım gerçeğimde. Üçü gerçek, biri hayal. Buymuş demek hayatım on dokuz yılın eşiğinde. Sitemlerim istem dışı olmamıştı hiçbir zaman, istemek dışında bir şeydi düşlerim olmasını beklemediğim her an. Rafa kaldırıyorum tekrardan tozlanmaları için anıları, bir kendimi kaldıramamıştım ki hayatlarından insanların. Hayatımdan insanları… Devam ettim.
Bu şarkı etkiliyor beni, hüznü sanki içerisinde barındırıyor. Bir çok şarkı tetikliyor bedenimdekileri, ruhu sanki içerisinde hapsediyor. Uzun gecelerin sessizliği fısıldarken kulağıma gerçeği, hayal kendini avutuyor sessizliğin içerisindeki boşlukta dileklerini. Bir son bulamamış olsam da yaşantıma, yaşam benim için bir son hazırlamakta görüyor sanki kendini. Nokta ile virgül kaybediyor kendini ünlemlerde. Sorularım işaretsiz kalıyor belirtemediğim sözcüklerde serzenişi. Bu son olsun diyerek bir kez daha yazdım geçmişi, bir kez daha örtbas etmeye çalışmadığım cümlelerdi anlatmaya çalıştığım devrikliğimi. Anlamı yok, devam edeceğim. Kaybım kendime, kaygım değil ki kaybı olsa birinin kendine. Sebebim hiçliğe, nedenim olmayacaktı zaten hiçbir zaman hiçlik sevgiyse. Ve düşlerim kendime, şimdi götürebilir miydin ki beni başka bir güne? Çok geçmeden yakacağım geçmişe dair ne varsa, çok geçmemiş olmalı ki geçmiş yandığında beni de yakacak olsa da. İstedikleri buysa, sorular cümlelerinde bir vurgu ile yansıtılıyorsa. Ben yaşadım… Zaman tekti; düşlerimde ilerliyor olsam da zaman tekti, geçmişe dönüyor olsam da zaman tekti, nokta ardında virgüle sığınıyor olsam da zaman tekti. Devam edeceğim, ışık olmasa da…
20.37-21.34… Ağustos 19
http://www.nozofobi.com

Cengiz Çandar Fethullah Gülen`le `Hicret`te `Hasret` giderdi...

Fethullah Gülen`le `Hicret`te `Hasret` giderme... Cengiz Çandar-BUGÜN Amerika`nın neredeyse orta yeri diyebileceğimiz `rüzgarlı şehir` Chicago`da iki gün geçirdikten sonra, kendimizi, güneyde Teksas`ta, Houston`da bulmuştuk. Michigan Gölü`nün rüzgar estiğinde kesen soğuğundan, Meksika Körfezi`nin dibine, tropikal rutubet ve sıcaklığa geçmiştik... Amerika`dan Avustralya`ya, İngiltere`den Kanada`ya, dünyanın ileri gelen ilahiyat, tasavvuf ve felsefe uzmanları ve `İslamolog`larının `Fethullah Gülen Hareketi` (ve tabii Fethullah Gülen`in kendisi ve dünyanın her yerine yayılmış ve dünyada pek eşi bulunmayan okullar tecrübesi) üzerindeki tebliğlerini dinledik, tartışmalara katıldık. Geniş Amerikan coğrafyasındaki zamanımız, genellikle, kapalı mekanlarda geçti.
Şimdi, Amerika`nın bambaşka bir köşesindeyiz. Kuzeybatı`da. Hoş sonbahar günleri. Sonbahar, Amerika`nın bu köşesinde, özellikle güzellikler saçar. New York`a iki-iki buçuk; Philadelphia`ya bir buçuk saat uzaklıkta. Pennsylvania eyaletinde bir orman kampının içindeyiz. Fethullah Gülen burada. Fethullah Gülen ile birlikteyiz... 104 dönümlük, 10 binayı içeren bir arazinin ortasında, `merkez bina`da nihayet `hasret` giderecektik. Akşam yemeğini beraber yiyecektik. `Hasret` giderecektik sözü öylesine, gelişigüzel sarfedilmiş bir cümle değil. Bir hesapladım, Fethullah Gülen ile en son 1998`de görüşmüş olmalıyız. Dile kolay 7 yıl geçmiş, belki de 7,5 yıl. Bana sanki hiç değişmemiş gibi geldi. Kendisine de söyledim, yüzüne bakınca gayet sağlıklı görünüyordu. Oysa, 7-7,5 yılın acımasız yıpratma ve yıpranma hükmünün, hepimizde izlerini bırakmış olduğu kesin. Bu yılların bendeki farkını, 7 yıl önceki fotoğraflarımdan biliyorum. Fethullah Hoca`nın ya da alışmış olduğumuz hitap tarzımızla `Hocaefendi`nin, aradan geçen bu 7-7,5 yıl zarfında nasıl sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu, Amerika`nın bu güzel doğa köşesinin, onun için aslında nasıl bir `çilehane` olarak yaşandığını biliyoruz. Fethullah Gülen`le bunca zaman sonra bir araya gelmiş, onu görmüş olmaktan olağanüstü mutlu olduğumu dışa vurmadım. İçimde yaşadım. Yazıyla bu `kayıt`ı `düşmüş` oluyorum. Bizi, birbirimizi görmekten men eden bir ortam oluşturan, `28 Şubat süreci` idi. Ona yönelik `karakter katli` kampanyaları, televizyonlarda birdenbire tedavüle sokulan, gerçekliği kuşkulu `provokasyon kasetleri`, Gülen`i ülkesini terk etmeye zorlamıştı.
Bunca zaman sonra bir araya gelmemizden çok mutlu oldum. Sanki, içimizden `28 Şubat sürecine paydos` diye avazımız çıktığı kadar bağırmışız gibi hissettiğim için de... Akşam yemeğinden sonra yukarı salona çıktık. Çaylar eşliğinde sohbet. `Eski günlerdeki` gibiydi. Türkiye`de arada bir öyle yapmaz mıydık? Gecenin geç bir saatinde, 104 dönümlük orman arazisi içindeki evlerden birinde bu yazıyı yazmak amacıyla odama çekilip, dizüstü bilgisayarımı kucağıma aldığımda, bazılarının `1000 yıl devam edeceği`ni ileri sürdüğü `28 Şubat dönemi`nin adeta bir `ışık hızıyla` geçip, geride kaldığını aklımdan geçiriyorum. `Örtülü faşizm günleri`... Fethullah Gülen`le görüşemediğimiz günler. Fethullah Gülen`in Türkiye`yi terk etmek zorunda bırakıldığı, tansiyonunun 22`lere fırladığı o günler. Bugünün başbakanı Tayyip Erdoğan`ın hapsi boyladığı günler. Tayyip Erdoğan, Trakya`da üç aylığına gönderildiği `Yusuf yuvası`ndan çıkıp, Ankara`da `Başbakanlık konutu`na yerleşebildiğine göre, Fethullah Gülen ile Pennsylvania`da buluşmamızın, ona konuk olmanın zamanı geldi, hatta geçti demektir. Ama, bir yandan da, Fethullah Gülen`in Türkiye`de yaşayabileceği şartlarda hala bulunamıyor olması, bu `gurbette` ve böylesine bir `hicret`te kalmaya devam etmesi de hüzün verici. `28 Şubat`tan aslında tümüyle `çıkamadığımız`ın bir göstergesi. `28 Şubat`ın tutuklusu` bugün Başbakan olsa da bu böyle. Örneğin, `28 Şubat lanetlileri` nden biri olan benim, `itibarımın` gereği gibi `iade edilmediği`nin farkındayım. Hem, asıl, `28 Şubat`ın zoraki sürgünü`nün de, sürgünü bitmedi. Pennsylvania`da sürüyor. O bakımdan, Fethullah Hocaefendi ile bu `buluşmamız` bana şu an pek `dramatik` geldi... Amerika`da, 104 dönümlük bir orman kampında yaşıyor olduğuna bakmayın; bunca yılı, `merkez bina`daki küçük bir odasında geçirmiş o. Burası aslında onun `çilehane`si. `Gücü`, bir `tasavvuf ehli` olmasından geliyor olmalı. Fethullah Hoca, bir yandan olağanüstü basit ve sade bir insan. Ama, aynı zamanda da aynı olağanüstülükte karmaşık bir iç dünyası var. İnsan, dünyanın nice otoritesinin onun hakkında sayfalar dolu araştırma yapma gereğini niçin duyduğunu Chicago ve Houston`da dinledikten sonra, kendisiyle Pennsylvania`nın bir beldesinde yüz yüze görüşünce daha da iyi anlıyor. Unutmayın, bu basit, sade, utangaç insan, St. Petersburg`dan Yemen`e, Japonya`dan Endonezya`ya, Makedonya`dan Avustralya`ya Türkiye`nin ve Müslüman kimliğin yüz akı 700 okulun, bunların arkasındaki binlerce `meçhul asker`in emeğinin ilham kaynağı. Türkiye`nin dünya çapındaki en etkili, en saygın değerlerinden biri...

Fetullah Gülen Yoksa Müslüman Değil Mi?

AZERBAYCAN İLAHİYATÇILAR BİRLİĞİ BAŞKANI AKİL ALESKER:“Fethullah Gülen Müslüman değil!”

“Dini camianın içinde olan bir insan olarak Fethullah Gülen’i çok yakından izledim. Ermenilerin olduğu gibi bunların da arkasında ADL var. Fethullah Gülen’in okullarının mezunları Türk dilini o kadar iyi bilmiyor, İngilizce’yi biliyor. Fethullah Gülen Türk devletinin bazı yetkililerinin eliyle Azerbaycan’a giriyor.”

Peki Akil Alesker kimdir ? Azerbaycan İlahiyatçılar Birliği başkanı.Yani bu konuda en uzman kişi.Şimdi biraz daha konuyu irdeleyelim.Hatırlayacksınız daha önceki yazımda Fetullah'ın Papa'ya yazdığı mektuba değinmiştim.Şimdi de size başka bir kanıt sunacağım.
http://www.youtube.com/watch?v=yPUVfxzIFNI
(Giremeyenler http://www.ktunnel.com a girip yukarıdaki linki paste edebilirler. ) Fetullah efendi ne hikmetse Papa'nın elini öpüyor.Papa kim ? Katolik Hristiyanlığın Halifesi.Size Bir hatırlatmaya çalışayım.Bir Müslüman bir Hristiyanla dost olamaz.İşte buna göre bi tuhaflık var.Müslümanlık vaazları veren bir tarikat lideri Papa'nın elini öpüyor.Çift çelişkili bir sistem gibi oldu değil mi ? Neyse şimdide eski-solcu - yeni Neo-Liberal ateist Cengiz Çandar ve Fetullah Efendiye Dönelim.
Şimdi, Amerika`nın bambaşka bir köşesindeyiz. Kuzeybatı`da. Hoş sonbahar günleri. Sonbahar, Amerika`nın bu köşesinde, özellikle güzellikler saçar. New York`a iki-iki buçuk; Philadelphia`ya bir buçuk saat uzaklıkta. Pennsylvania eyaletinde bir orman kampının içindeyiz. Fethullah Gülen burada. Fethullah Gülen ile birlikteyiz... 104 dönümlük, 10 binayı içeren bir arazinin ortasında, `merkez bina`da nihayet `hasret` giderecektik. Akşam yemeğini beraber yiyecektik. `Hasret` giderecektik sözü öylesine, gelişigüzel sarfedilmiş bir cümle değil. Bir hesapladım, Fethullah Gülen ile en son 1998`de görüşmüş olmalıyız. Dile kolay 7 yıl geçmiş, belki de 7,5 yıl. Bana sanki hiç değişmemiş gibi geldi. Kendisine de söyledim, yüzüne bakınca gayet sağlıklı görünüyordu. Oysa, 7-7,5 yılın acımasız yıpratma ve yıpranma hükmünün, hepimizde izlerini bırakmış olduğu kesin. Bu yılların bendeki farkını, 7 yıl önceki fotoğraflarımdan biliyorum. Fethullah Hoca`nın ya da alışmış olduğumuz hitap tarzımızla `Hocaefendi`nin, aradan geçen bu 7-7,5 yıl zarfında nasıl sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu, Amerika`nın bu güzel doğa köşesinin, onun için aslında nasıl bir `çilehane` olarak yaşandığını biliyoruz.
Bu yazı Cengiz Çandar'ın kaleminden ( http://www.tumgazeteler.com/?a=1155594 ).Peki Çandar'ın bilmediğimiz meziyetleri nelerdir? Ben söyleyeyim Ameriakan Ajan(uşak)lığı.Şimdi diyebilirsiniz komplo teorisi diye.Bunu ben söylemiyorum.Bir zamanlar beraber program yaptığı Emre Kongar söylüyor.Hemde canlı yayında yüzüne karşı.Şimdi burada biraz düşünceler devreye giriyor değil mi? Hatırlarsanız Bundan bi kaç yıl önce S.Yüksel Cebeci Fetullah ile ilgili ele aldığı yazıların birinde belgeleriyle beraber ajan olduğunu söylemişti ve bunun üzerine binlerce ölüm tehdidi almıştı.Olaya birde bu açıdan bakınca buna iki dostun buluşması değil iki ajanın buluşması gibi gibi görünüyor.Fetullah da Amerikancılığı savunuyor Özal'ın Danışmanı Neo-Liberal Cengiz Çandar'da tesadüf olsa gerek!

15 Nisan 2009 Çarşamba

TAYYİP - FETULLAH-AMERİKA-VATİKAN DÖRTGENİ

R. Tayyip Erdoğan kimine göre karizmatik bir siyasi lider, sade bir kişilik,alternatifi olmayan kişi.
Fetullah Gülen denilen şahsiyet ise yine kimilerine göre Allah'ın yeryüzündeki Gölgesi'nin gölgesi(tanımı merak ediyorsanız mail atın) , mübarek kişi,her dediği doğru olan kişi.Şimdi diyebilirsiniz ikisinin ilişkisini anladık Amerika-Vatikan nereden geliyor?
Bilindiği üzere Fetullah Amerika'da yaşıyor.Tayyip te Akp'nin temellerini Amerika'da atıyor.Şimsi size bunun bariz delillerini gösterelim.

Öykü, AKP'yi iktidara taşıyan 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretinde başlıyor. Ocak 2002 tarihinde gerçekleşen bu ziyarette Erdoğan, ABD'nin savunma eski bakan yardımcılarından "Karanlıklar Prensi" diye tanınan Richard Perle ile gizli bir görüşme yapıyor. Erdoğan, gayri resmi nitelikteki bu gizli buluşmada, AKP'nin başta Irak konusu olmak üzere, ABD'nin küresel siyasetlerini destekleyecekleri yönünde güvence veriyor. Cüneyd Zapsu, Erdoğan'ın daha başbakan olmadan Washinton'un etkin kişileriyle ilişki kurmasını 'Çizmeli Adam' lakabıyla tanınan Grenville Byford adındaki arkadaşı kanalıyla sağlamış. Zapsu'nun Byford'la dostluğu ise Davos toplantılarına dayanıyor. Boston'da 'Birahanelerr Kralı' olarak ün yapan ve şirket stratejileri danışmanlığıyla tanınan Byford'un eşi Orit Gadiesh de, bu gizli ilişkiler yumağının önemli bir parçası olarak karşımıza çıkıyor."Gadiesh, iş çevrelerinin saygın dergisi Forbes tarafından 'Dünyanın en güçlü 91. kadını' seçilmiş bir İsrailli. İsrailli bir generalin kızı ve ayrıca hem İsrail'in eski başbakanlarından Şimon Peres'in baldızı hem de en yakın danışmanlarından biri. Daha 17 yaşındayken İsrail Genelkurmay Başkanı'nın askeri istihbarat biriminde asistanı olarak çalışma hayatına başlamış."Kuşkusuz ABD yönetiminden, Ocak 2002'de Washington'a gelen ve hiçbir resmi sıfatı olmayan Erdoğan'la resmi temas kurması beklenemezdi. İşte bu noktada, Zapsu'nun dostları Byford ve eşi Gadiesh, Erdoğan için Washington yönetimi adına hareket eden ve 'Şahinler' grubunda yer alan Perle ile gayri resmi bir görüşme ayarlıyor. Bu gizli buluşmada Perle, Erdoğan'a ABD'nin özellikle Ortadoğu'ya bakışını anlatıyor, Irak'ta Saddam rejimine son verileceğinin altını çiziyor. "Erdoğan da bu kahvaltılı buluşmada, ABD'nin Irak konusundaki tutumunu desteklediğini söylüyor, Perle'e kendisinden söz ediyor, lideri olduğu partisi AKP hakkında bilgi veriyor. (...) 3 Kasım seçimlerinde milletvekili olamayan Erdoğan, seçimlerin ardından tekrar Washington'a gidiyor. Erdoğan, bu ziyaretinde de resmi bir sıfat taşımamakta, sadece AKP Genel Başkanı olarak temaslar yapmayı planlamaktadır.
Size bir hatırlatma ABD denen Mason/Para devleti tarihi boyunca sadece işine gelen (kullanabileceği) parti başkanlarıyla görüştü.Bu noktayı burada bırakalım şimdi gelelim Fettoş efendinin papaya yazdığı mektuba:
HOCAEFENDI'DEN PAPA'YA MEKTUP Pek muhterem Papa cenaplari, Uc buyuk dinin dogum yeri olarak bilinen topraklarin dunyayi daha iyi yasanabilir bir mekan kilma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasiyla bilen halkindan size en icten selamlari getirdik. Yogun gundeminizde bize zaman ayirarak sizinle muserref olmayi bahsettiginiz icin zatialilerinize en derin kalbi tesekkurlerimizi sunariz. Papa 6. Paul Cenaplari tarafindan baslatilan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog Icin Papalik Konseyi (PCID) misyonunun bir parcasi olmak uzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edisini gormeyi arzu ediyoruz. En aciz bir sekilde hatta biraz curetle, bu pek kiymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mutevazi yardimlarimizi sunmak icin size geldik
Mektubumuzdan sonra birde dinler arası diyalog masalına ve Abant Platformu denen garabete bakalım.
II. Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu: “Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “ 1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası'nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya'nın yayın organı Bulletin'deki bir yazısında şunu belirtiyordu: "Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır." Pietro Rossano, ayrıca diyaloğun şartlar gereği ortaya çıktığını, İseviliği ilk yayan Havarilerin metodu olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık diyalog olmadan başarıya ulaşamaz.” Diyalog Kilise Misyonunun bir parçası 1984 yılından beri "Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası"nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir: "Papa VI. Paul'ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir" (Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124).
Küçük bir hatırlatma.İslamiyet bir müşrikle arkadaş olamazsınız der.Fettoşun dininin sağlamlığı burada apaçık görülmekte.Dönelim Abant Platformu garabetine:Papa II.John Paul'un 16 Nisan 1995 te yaptığı açıklamaya:
‘’Özellikle Kürtleri,Filistinlileri ve Latin amerikadaki gurupları siyasal haklar elde etmek için silahlı mücadelede bulunmaya son vermeye çağırıyorum.Toplumda karşılıklı kabule ve saygıya dayalı kullanılabilir (equitable) çözümün tek yolu vardır.Diyalog.Ben onları bir an önce diyalog başlatmaya davet ediyorum.’’Bu Papalık çağrısından sonra ilginç gelişmeler oldu.İlkin Belçikada,sonra da Almanyada ‘’Diyalog’’ gurupları oluştu.Hemen ardından 1995 yılının Eylül ayında ‘’Pkk diyalog istiyor’’ sesleri yükseltilmeye başlandı.Bunları ‘’Türkiye diyalogdan kaçıyor’’ şeklindeki batı basınının manüpile edilmiş haberleri izledi.Türkiye yeniden insan hakları örgütlerinin boy hedefi haline getirildi.Vatikanın ve onun bürokrasisinin Türkiyedeki siyasi gelişmelerle doğrudan ve açıklanmış iradeyle ilgilenişi işte bu 16 nisan paskalya konuşmasından sonra hız kazandı.Ne hikmetse bu güne değin ‘’Diyalog’’ sözcüğünü telaffuz bile edemeyen bazı çevreler ‘’Din’’ aşkına ‘’Diyalog ve Hoşgörü’’ toplantıları düzenlemeye başladılar.
Allah Allah bunlar size bir yerden tanıdık geliyor mu ? Mesela Abant civarlarından.
Daha fazla ne söze ne saza gerek var.Anlayan gerçekleriyle kişileri görür.Anlamayan ömür boyu köle gibi sürünür.

Kaynaklar:http://www.duslersokagi.com/off-topic/t16139-fethullah-gulen-ve-gizli-kardinal-iddiasi-dogru-mu.html
http://www.ulku-ocaklari.com/serbest-siyaset-kursusu/papa-2-john-paulun-gizli-kardinalleri-21811.html
http://kutsalkitaplar.net/
Erol Mütercimler - Komplo Teorileri
Aytuç Altındal

14 Nisan 2009 Salı

12. Dalga Komedisi

Dün bir operasyon yapıldı.Ergenekon 12.dalga.Sebebi ve ya nedeni önemli değil.Önemli olan gözaltına alınan iki kişi.Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan ve Baba Beni Okula Gönder kampanyasın mimarı Tijen Mergen.
Mantiki olarak düşünüyorum.Türkan Saylan ve terörizm.Aynı cümle içerisinde olması bile korkunç.-Eğer aynı cümle içinde siz vicdanınız rahat bir şekilde söyleyebiliyorsanız sorun yok.-Yıllarını cüzzama ve eğitime harcamış önemli bir şahsiyet.Üstelik beş yıldır kanserle mücadele ediyor.Daha da küçük bir ayrıntı var.Türkan Saylan 74 yaşında.Darbe için bayağı genç bir yaş.Bu koşullarda Türkan Saylan darbe yapacak.İnanması güç ama yapacak birşey yok.Tabi bir de aynanın diğer tarafına bakmak lazım.Çydd'nin kurucusu. En önemli misyonu genç beyinleri Fetullah Efendi'nin zehrinden korumak.Bu çerçevede 36 bin kız , 29 bin üniversite öğrencisine burs sağlıyor.Önemli bir ayrıntı bu burs sağlayan firmalar arasında Alman Metro Grubu var.O zaman yeni bir dalga daha gerek.Operasyonun Kıbrıs ayağını geçtik.Azerbeycan ayağı yakın ama daha yakın ayağı Almanya gibi görünüyor.Yani anlayacağınız Süper Savcımız Öz'e göre darbe Almanya destekli olabilir. Aman ha dikkat edin.
Sizi şimdi başka bir noktaya götürmek istiyorum.Bundan 3 yıl önce Samanyolu Tv adlı medya kuruluşunda bir dizi vardı. Yağmurdan Sonra.Biraz takip ettiyseniz orada çok gizli bir örgütten ( Ergenekon bu olsa gerek) , darbe planlarından ve bunların ortasında olan oradaki tanıma göre çağdaş yaşamcı görünüp Türkiye'yi yıkmaya çalışan bir dernekten bahsedilirdi.Şimdi bu olaylara bakıp aslında herşeyin Fetullah Hoca Efendi destekli olduğunu görmemek körlük olur herhalde.
Şimdi diğer önemli şahşiyet Tijen Mergen'e gelelim.Daha önce de söylediğim gibi Baba Beni Okula Gönder kampanyasının mimarı.Boğaziçi mezunu.Mimarı olduğu kampanya çerçevesinde 28 kız öğrenci yurdu üstlenildi, Kars’ta inşaatı süren yurt hariç 27’si hizmete açıldı. 10 ilköğretim okulu yapılmış ve 7.156 kız öğrencinin 3 yıllık bursları karşılandı.Yurtlarda öğrenci kapasitesi 3.185’e ulaştı. Bu yıl yurtlarda barınan 96 lise son sınıf öğrencisinden 26’sı üniversiteyi kazandı.2008-2009 eğitim dönemi ilk yarıyılında burs alan ve yurtlarda kalan kız öğrencilerinin 2 bin 331’i teşekkür, bin 182’si takdir ve 88’i onur belgesi aldı.Baba Beni Okula Gönder kampanyası, ulusal ve uluslararası alanda pek çok ödül aldı.Burada bir ayrıntı daha var:bu kampanya ÇYDD ile birlikte ortak yürütülüyor.Yani Türkan Saylan'ın evi aranırken Tijen Mergen'in tutaklanmaması komedi olurdu değil mi?
Olayın birde farklı bir boyutu var ki kimse görmek istemiyor ya da görmüyor.Bu kampanyaların hepsi doğuda aydınlar yetiştirmek, eğitim düzeyini arttırmak için yapıldı başka bir neden yok.Şimdi biz de bir komplo teorisi üretelim.Acaba 12. Dalgada Pkk'nın ve Aşiret Ağalarının parmağı mı var?


Kaynak:http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11426599.asp?gid=0&srid=0&oid=0&l=1